14 Aralık 2010

Ben sana da yetişemedim üstat!


Oğuz Atay ile tanışmam geç sayılabilecek ama en azından aklımın erdiği bir dönem olduğu için bundan pişmanlık duymadığım lise yıllarında gerçekleşir. Kitap-lık dergisinde kendisiyle ilgili bir yazı okuduktan iki gün sonra annemin bir arkadaşıyla tanışıyorum. Kitaplığında Oğuz Atay’ın kitapları, hatta bazılarından iki üç adet yan yana dizilmiş duruyor... Derken ileride hayat hocam diye bahsedeceğim bu kadının Atay’ın ilk eşi olduğunu öğreniyorum. Utanıyorum, daha iki gün önce yazısını okuyup da hiç kitabını okumamış olmak beni üzüyor. Ve o gazla gidip Oyunlarla Yaşayanlar’ı alıyorum. Sonrası malum, ben de herkes gibi Çoşkun oluyorum işte... Kader yine yeniden devreye giriyor ve okulda en çok kütüphane kullanan ödülünü ben alıyorum (çok kitap okuduğumdan mı yoksa ödevlerdeki kopyala-yapıştırcılığımdan mı ödül verilmiştir bilinmez). Ödül beni çoktan çağırmış zaten, Tutunamayanlar geliyor... Edebiyat hocam ‘Biraz ağırdır, acele etme. İstersen sonra okursun diyor’. Kan hızlı akıyor, duramıyorum. Selim’liğimi fark edişim orada başlıyor. Sonrasında Korkuyu Beklerken geliyor, ödünç alınıp hızlıca okunmuştur ama etkisi büyüktür. Kitap benim kendi yağında kavrulan kütüphanedemde değildir ama Babama Mektup hep benimledir.
Atay’ın yeri bende başkadır kısacası. Meseleyi konuşmaktan çekinmemesiyle canımı her defasında acıtırken; kafamı açmış, farkındalığımı arttırmış bir yazardır ve bunları yaparken hep bizim dilimizden konuşmuştur. Zekidir, sivridir ama mütevazidir.
Bu gece 13 Aralık ve ben yeniden Çoşkun’u, Selim’i, Ümit’i, Saffet’i hatırlamak istedim...
Ben sana da yetişemedim üstat!



SAFFET (üzüntülü): Ne yazık ki devrimin çocuğu olduğum için ilk günlerinin heyecanını yaşayamadım. Ben kendimi bildiğim zaman bütün devrimler yapılıp bitirilmişti. Ben hiçbir devrime yetişemedim üstat!
(Atay, O. 2003, Oyunlarla Yaşayanlar, İletişim Yayınları, sayfa:12)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder