17 Ocak 2012

pasaj

Güneşli bir gün ama hava soğuk. Günlerden Pazar belki, her zamanki gibi çok iş var bitirmek gerek. Ben dışarıdayım. Çalışıyorum ama dışarıdayım. Bir park, çevrede bir sürü köpek; kendini piknikte zanneden insanlar. Avrupa’da herkes parklara çok sık gider, bizde niye böyle bir alışkanlık yok, hay allah düşünceleri. Ağaçların en tepesine kadar taşınmış ağır kelimeler, banklara kazınan sözler, yapraklarla uçuşan cevapsız sorular.

Parkta üşüdüm. Yürüyünce ısınırım. Burada bir pasaj var. Pasajın içinde bir sürü eşya. Kat kat eşya, sahibini henüz bulamamış cümleler gibi orada. Eşyaların arasında dolaşıyorum, dolaştıkça düşünüyorum, konuşuyorum. Beğendiğim her eşyanın fiyatına bakıyorum. Her biri alamayacağım kadar pahalı ama kafamda evi baştan diziyorum. Yazı masası, koltuklar, ahşap vitrinlerle, oymaları kütüphaneler, ahşap kapılar, cibinlikli yataklar, deri koltuklar... Eşyaları alamayacağımın burukluğu ama gezintinin verdiği bitmez tükenmez zevk. Burada çok eşya var, konuşacak çok şey var. Her katın hakkını vermesi zor. Büyük parçaları tamamladım sayılır ama mutfak eşyalarını, bibloları belki de hiç gelmeyecek olan bir dahaki sefere bırakıyorum. En son bir cibinliğe el atıyorum. Yatak başlığım bile yok aslında ama olsun, cibinlikle uyuması çok keyifliymiş diyorlar, uyurken üstüme örtme niyetiyle işte...


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder