08 Haziran 2019

Anliklar - Kapı




Uyandım, yanımda bana bakan güzel bir adam, bende dün geceki uzun muhabbetin yorgunluğu ve keyfinin mahmurluğu, aramızda dün gece sevişmemenin verdiği rahatlık…  
Kalktım, önce güzel bir kahve, sonra çırpılmış yumurta, avocado dilimleri, çok zevkli özenli bi sofra, dün geceki muhabbete kaldığımız yerden devam. İkinci kahveler… Kapıdan çıkarken dün geceye ve kahvaltıya teşekkürler ve ‘öğleden sonra işin yoksa birşeyler yapalım’ sözleri.
Yapmayalım, nolur yapmayalım. Ama sen arada yine gel, ben sana kahvaltı hazırlarım…

Anliklar - Gürültülü aşklar, sessizliğe ihtiyaç duyarlar…


İki günlük baş ağrısı, vücudumdaki ağırlık, sık sık boğaz düğümlenmesi… ve derken, bi anda dökülen cümleler, hiç beklenmedik anda düşünmeden ‘gönder’ tuşuna basmak, gelen cevabı da okuyup hızlıca herşeyi silmek… tüm mesajları, tüm anıları, tüm yaşanmışlıkları, tüm duyguları, evdeki eşyaları, son verdiğin Edgü kitaplarını, fotoğrafları… Böyle mi oldu? Hayır.

O zaman baştan alalım, baş ağrısı, ağırlık, boğaz düğümlenmeleri… bu sefer ağlamayı da ekliyorum çünkü hikayemizde onun yeri ayrı. ve derken, ayrılık mesajı,  bunu kabul eden karşı cevap. Ve sessizlik… uzun süren, günler, geceler, mevsimler süren bir sessizlik.

O kadar gürültünün üzerine hakedilmiş, ihtiyaç olan - sanki, hiç bitmeyecek bir sessizlik…

25 Nisan 2018

Serbest Vurus - II


Dag:

Insan hayatta hep sirtini yaslayacagi bi'seyler ariyor. 

Kale:

Kendimizi korumak icin oruyoruz, kumdan olanlar yapimi ve bozulmasi en kolayi...

Ask: 

Hayal dunyasinin disa vurumu, bi nevi sarhosluk hali. Etkisi gectiginde neler oluyor kimse onun filmini yapmiyor.

Anne:

Ah kafani kucagina koymak ve uzun bir sure orada kalmak...

Ton baligi:

Ne zaman taze yemek yapar ne zaman konserve yer insan?

Ajda Pekkan:

Hep bi 3 kisi, hep bi ask hikayesi. Petrol disinda...

Elestiri:

Kendimiz ile ilgili acisini cektigimiz bir konuysa fazlasiyla yaptigimiz sey.

Cicek:

Doganin en guzel hediyelerinden...

Kelebekler:

Tolga Karacelik isi, cok guldum cok agladim cok sevdim.





26 Şubat 2017

fırtınalar koparsa kopsun


Kimse kimseyi aslında güzel şeylerin de olabileceğine ikna edemiyor...

Hayat yolunda bu kadar yara alıp hepimiz birer manyağa dönüşmeden önce mutluluğu da mutsuzluğu da korkusuzca yaşadığımız zamanlar varmış. Ben diyeyim ta 7 krallık zamanları, sen de sapiens'in başı. Basit kelimesinin cümle içinde kullanılmasına gerek kalmadan varlığıyla revaşta olduğu zamanlar. 

Şimdiyse her birimizde bi tuhaflık...

21 Ağustos 2016

gece 4:00. 

o koltukta, ben masanın başında.

bana tekrar Frusciante dinleten bi adam...

en çok ağzını seviyorum ve elini dizimde gezdirmesini.

90’lar gibi... piç ve fazla gerçek...


24 Ocak 2016

maraton

2:04
uyumadım.

2:18
2’yi geçti mi o mesajı atmayacaksın lafın aklıma geliyor. oysa biz hep attık o mesajları. 
sabahı beklemek de bi alternatifti, ihtimallere inanmadık.

2:43
bu saatte yapılacak en iyi şey çamaşır asmak, özellikle de günlerden cuma ise.

3:02
karnım aç. bence uyutmayan makinada bekleyen çamaşırlar değil aklımın bi köşesindeki peynirli pide. 

3:05
kırçiçeği bu saatte açık olur, bu gece değil. dolapta belki peynir ekmek vardır… yok… alman peynirleri ile bayram eden buzdolabında artık gece kemirecek ekmek yok. gece tostlarını seninle sevmiştim diye düşünüyorum bi an. sen de yoksun bu gece.

3:20
uyumadan rüya görebilir miyim?

3:28
kafamın içinde yıldız tilbe çalıyor. hep bu saatlerde aklıma geliyor.
rakı sevseydin belki, olurdu bu iş...


18 Ocak 2016

Darcy: So what do you recommend to encourage affection?
Elizabeth: Dancing. Even if one’s partner is barely tolerable.

03 Ocak 2016

yıl kapanışı

yılın son günü, yıl kapanışı alırken iki satır yazacağım.

zorlu bir girişti. hızını alamayan bir araba gibiydim. frenin tutmadığı çok zaman oldu, ama manevralarda bi' şekilde iyiydim.

hayalini kurduğum şeyi yaptım. çıktım sahneye oynadım. bazen Blance oldum, bazen Martı Nina... ama en çok zevk aldığım hep sincaptı.

aşık oldum, büyük... içinden çıkacağım diye binbir takla attım. herkes aşkı ararken, ben bi bakıp çıktım. istemedim.

aşk olmadan nasıl oluyormuşu denedim, çok... ağızda bıraktığı tadı sevmedim. ondan da vazgeçtim.

çok insan tanıdım, güzel insanlar tanıdım. bi önceki yıl ekside bitirmişken, hayatıma girenlerin sayısı bu yıl artıyla kapadı. 

çok muhabbet ettim, gerçek muhabbet... perde üstü sohbetleri bi kenara bıraktım. 

çok güldüm, çok dans ettim, şarkı söyledim. en çok geceleri Nilüfer dinledim.

şimdilerde tali yolda gidiyorum, keyfiyle... ehliyetini yeni almış birine göre bu kadar araba, yol analojisi yeter.

kısacası... ne yıl oldu... herkese herşeye helal olsun! olsun canım!



31.12.2015 Levazım

09 Kasım 2015

serbest vuruş


bedel:
ne kadarını ödeyebiliyorsan, o kadarını yaşıyorsun hayatta. 
bedelini ödeyemeyeceğin topun altına da girmiyorsun. yani girmesen... iyi olur.


zihin:
hayattaki referans noktası. 
bir sonraki adımını atarken, öğrenilmişlikler yığınından hesap yaptırıyor. 
bildiklerin hep doğru değil ya,  arada sustursan iyi olur.


trip:
kadıköy’de sevilesi bir bar. 
diğer anlamını ise kimseler sevmiyor ama yine de yapılıyor.


yoğurtlu patates kızartması:
kimine çocukluğunu hatırlatır, bana gece yarısı kaçamaklarını...


aşk:
ne korktuk be…


hikaye:
bu ara birbirimize en çok anlattığımız şey. 
biraz da gerçeklerden konuşsak...


zaman:
tümünü doldurunca çok güzel oluyor.
geriye düşünecek şey kalmıyor.


duygu:
göstermeyelim derken birgün hepimiz öleceğiz.





26 Ağustos 2015

'sen kendine yetmiyorsun. hic kimse sana yetmiyor. birini bitirmeden aklin oteki yolculukta.'

08 Aralık 2014

aralık

erkek işi

belki geçen sene bu zamanlardı hatırlamıyorum bu başlığı atmışım, taslaklara kaydedip bırakmışım.

hala satırlar boş
şimdi kafam boş
sonra içim boş

olsun isterdim...

31 Ağustos 2014

boktanlık üzerine


Gün doğuyor, İstanbul’da görebileceğin kadarıyla doğuyor işte. Öyle önden bir ışık hüzmesi gökyüzünü kaplerken kızıllık bıçak gibi kesiyor diye devam eden ağdalı bir hikayesi yok. Gökyüzü aydınlanıyor ve görselliğinin yavanlığı birşey hissettiremese de; şansına daha önce gerçek bir gün doğumuna denk geldiysen onun romantizmiyle olaya sarılıyorsun. Buralarda gün doğumu bile gerçek değil, onu düşünüyorsun. Yanımda Emrah var. Pencereden dışarı bile bakmıyor, gün doğmuş doğmamış umru değil o an. Susuyor, benim konuşmamı bekliyor. Bense son cümlemi edeceğimi bildiğimden, tüm haftasonunun noktasını koyacağımdan finale hazırlık yapıyorum.

Gecenin başı… 2 gündür evden çıkmamışım, arkadaşlar ağırlıklı Çeşme olmak üzere festival, maç, düğün, kafa dinlemece gibi yaz okazyonları için şehirden gitmişler, bense inatla kalıyorum. Hayatımda verdiğim kayıplara otopsi yapmak için kendimi eve kapıyorum. Çok konu var. Editörün seçimi, bedele göre artan/azalan, yeni gelenler kategorizasyonu yapmaya vaktim yok; rastgele seçip neştere yatıyorum. Seçim sırasında verdiğim kayıplar da oluyor, daha önce hiç düşünmediğim şeylere bam güm girip işlerini bitiriyorum, otopsiye bile gerek kalmıyor. Ölüm sebebi belli; gereksizlik…

Konular bittikçe üstünü çizmeye devam ederken Emrah'tan mesaj geliyor, ‘İstanbul’a geldim’. ‘İyi bok yedin’ diyorum. ‘Nerdesin?’ derken Kadıköy’de buluşuyoruz. Gece 12:30, sevgili Kadıköy sakinlerinin mekanlarını kapatmasına yaklaşık iki saat var. İnsanca yaşamayı seçtiklerinden belki, ya da az ve öz konuşmayı seviyorlar, lafı uzatmadan iki oldu mu kapatıp evlerine gidiyorlar. Ellerinde bitmemiş biraları, cümlelerinin virgülünde olanlar ise burukluk ile kalkıp sahile veya eve geçiyor. Açık olan ve saat 10:00dan sonra bira verebilecek bir Tekel bulabilirlerse tabi… Belki bu yüzdendir Beyoğlu’nun bendeki ayrı yeri. Orada gece bitmez, kurulacak cümleler de… Biz de nokta koymak istediklerimizi 2’den sonraya saklıyoruz. Öncesi üniversite bitip o Almanya’ya gittiğinden beri ne kadar az görüştüğümüz ve o arada başımızdan geçen somut hikayelerle geçiyor. Üniversite anıları, kadınlar, erkekler, iş derken hayatı sona saklıyoruz. 2 oldu mu kalkıyoruz , Emrah birayı da buluyor, Moda’ya iniyoruz. Büyük ihaleleri konuşacağız, o yüzden hazırlığımızı tam yapıyoruz.

‘Bunca zaman samimiyeti aradım diyerek söze başlıyorum. Şimdiyse bu kelimeyi kullanmak bile istemiyorum.’ Her zaman insanlığa karşı pollyanacılığımı bilen Emrah şaşırıyor. ‘Kullana kullana içini boşalttık, anlamını kaybettirdik. ‘Hep samimiyet’ diyen, onu sloganlaştıran insanlarda gördüm kendisi eleştirildiğinde canavarlaşmayı, tek bir lafı bile kabul etmeyip karşısındakini eleştirmeye gelince hiçbir laftan sakınmamayı, sen benim için çok şey ifade ediyorsun dedikten sonra ilk o kişiyi üzmeyi, sözünde durmayıp aslında ettiği sözlerin anlık olduğunu, karşısındaki insan ne hisseder diye bi an bile düşünmeyip pervasızca karar değiştirdiğini ve istemediği birşey önüne geldiğinde özgürlük kartını kullandığını, empati yapmaya bile üşenip ben böyleyim diyerek işin içinden çıkmayı ve bunu yaparken açgözlülükle karşı taraftan kabul beklemeyi… Hepsini gördüm ve bunlar canımı yaktı. Insanın içinde olduğu bir hayal ancak ütopya olabilir. Tüm bu ben böyleyimciler, özgürler, samimiler… Kimseyi kimseden sıfatlarla ayırmanın anlamı yok. Hepimiz boktanız ve insanlık üzerine birşey yazılacaksa eğer bu yazının başlığı ancak ‘Boktanlık Üzerine’ olabilir.’

‘Sen de boktansın yani’ diyor. ‘Hem de dik alası’ diyorum. ‘En az senin ve diğerleri kadar. Her insan kadar…’

Gün doğuyor, gerçek değil ama doğuyor. Son birayı birlikte içiyoruz. Sonra elimden alıyor birayı, ‘Daha fazla içme senin miden hassas.’ Gülümsüyorum, ağlamaklı…

‘Yoruldum’ diyorum.

‘Sonunda’ diyor.


‘Gideceğim ben de, burada birşey kalmadı…’


25 Ocak 2013

masal


bana uzun bir cümle kursana...
sadece ben duyayım.
pazar gazetelerini alalım elimize;
sen oku anlat, ben okuyayım anlatayım.
saat 4 olsun ancak masadan kalkalım.
çok düşünmüş, çok paylaşmış olalım.


bana uzunundan bir cümle kursana...
ama kimseler bilmesin.
sigarayı en derinden çekelim ciğerlerimize.
sen anlat bana, ben sana anlatayım.
gidelim bir yerlere, en komik teorilemizi en ciddi şekilde anlatalım.
o an herşey çok güzel olsun, biz güzel olalım.


bana uzunca bir cümle kursana...
ama bir tek ben bileyim.
sofrayı kuralım, ben etleri yaparım.
şarap içebildiğim zamanlardaki gibi olsun masa, sabaha kadar oturalım başında.
başla bi yerden, mesela ne yaptın bu öğlen?


bana upuzun bir cümle kursana.
şimdi uyuyacağım, kulağıma fısılda...